16 Ocak 2015 Cuma

6 Sıradan Bir Hayat - 30. Bölüm



(ASHLEY)

Her geçen günde kendimi daha iyi hissediyordum. Daha toparlanmış, acılara bir set örülmüş hissediyordum. Olayları geride bırakmış, bunlarla yaşamaya alışmıştım. Geceleri yatağa yalnız girmeye, sabahları yatakta yalnız uyanmaya, ruhumdaki soğukluğa ve arkadaşlarımla kalabalık olan hayatımda yalnız olmaya alışmıştım. 

Holdingdeki konumuma alışmıştım her ne kadar zorlanmış olsam da. Bir şekilde işleri yönetmeyi öğrenmiştim. İlerleyişini, anlaşmaları ve nelere göre üretim yapıldığını… Bu benim inanılmaz derece aklımı kurcalıyor, düşünmemi engelliyordu. Sanki Marcus’da bunu biliyormuş gibi bana daha fazla çalışmamı sağlayacak işler veriyordu. Bundan şikayetçi değildim! Olamazdım da bu en çok istediğim şeydi. 

Geriye dönüp baktığımda onca güzel günün ardından bunların yaşanıyor olması o kadar acıydı ki… Onca özlem, aşk, tutku… Sanki hepsi hayalmiş gibi geliyordu. Hepsi o kadar uzaktı ki… Tekrarı olmayacak kadar uzak, yeniden yaşanmayacak kadar imkânsızdı benim için artık. Hiçbir şekilde hayatıma yeni birinin girmeyeceğini biliyordum. Aslında bildiğim şey girmeyeceği değil benim girmesine izin vermeyeceğimdi..
Odamda oturmuş yüksek bir binanın ardından şehir manzarasını izliyordum ki kapım çaldı. İçeriye Marcus elinde bazı zarflarla girdiğinde gülümsüyordu. Sanki önemli bir dileği gerçekleşmiş gibiydi. Ona karşı takındığım her zamanki tavırla masama geçtim ve onu da koltuklardan birine oturması için işaret ettim. Her ne kadar hoşuna gitmiyor olsa da ben ona resmi davranmakta ısrarlıydım. 

“Paris’te düzenlenen iş adamları kokteyline davet edildik,” diyerek zarfı uzattı bana. Zarfı alıp içinden davetiyeyi çıkardım. Beyaz kağıt üzerine altın rengi kabartmalarla yazılmış bir yazıyla Paris’e davet ediliyorduk. Güzel ama tereddüt uyandırıcı bir değişiklik gibi geliyordu. Paris sonucunda aşıkların şehri değil miydi? Kalp acısını tazelerdi benim için. 

Davetiyeyi ona geri verirken, “O zaman sana bu hafta sonu iyi eğlenceler,” dedim. Aslında bu kısaca ısrar etme gelmiyorum demenin nazik ve kısa yoluydu. Tabi karşınızdaki bundan anlayacak kişiyse.

“Sende geliyorsun ve bu davetiye senin… Benimki zaten odamda! Yarın akşam için biletleri ayırttım. Hazırlanmaya başla!” Odamdan başka hiçbir şey demeden çıktı. Emri vaki davranışlarına sinir oluyordum, sırf inat olsun diye gitmek de istemiyordum, ama unutamadığım iki şey vardı. Birincisi patronumdu ne olursa olsun, ikincisi ise en zor anımda bana destek olmak için yanımdaydı, anlayışıyla ve samimiyetiyle.

Kollarımı masaya koydum ve başımı da kollarımın üzerine koydum. Paris… Âşıklar şehri Paris… Lanet olsun orası sadece acımı tekrar yaşatacaktı. Tükettiğim aşkı hatırlatacaktım ve her şey daha da kötü olacaktı! Derin derin nefeslerle bu düşünceyi kafamdan atmaya çalıştım ama olmadı. Hep dönüp dolaşıp aynı düşüncede kalıyordum. İç çektim ve başımı kaldırıp daha fazla çalışamayacağımı anladım. Dosyaları düzenledim ve davetiyeyi çantama koydum. Ardından dosyaları da alıp çıktım. 

Marcus’un yönetim kurulunda olmamdan dolayı bana özel olarak tahsis ettiği arabaya bindim ve eve gitme fikrinden vaz geçerek Dean’in yanına gitmeye başladım. Onunla biraz konuşup düşüncelerimi dağıtabilirdim. Sonra da eve gider hazırlanırdım. 

Dean’ın yanına geldiğimde Justin ile baş başa vermiş bir dosya üzerinde tartışıyor gibi görünüyorlardı. Yeni bir dosya mıydı yoksa Care davasının dosyası mıydı bilmiyorum.

“Yardım ister misiniz?”  Diye mırıldanarak yanlarına yanaştım. İkisi de başlarını kaldırıp bana baktılar. 

“Önemli bir şey değil. Sadece Justin bir hata yapmış onu düzenlemeye çalışıyoruz,” dedi Dean açıklarcasına.

“Hayır, hata falan değil. Hem siz benim kararlarımı sorgulayamazsınız.” 

Justin’in daha önce bu kadar öfkeli bir şekilde çıkıştığına şahit olmamıştım. Genelde ılımlı, alttan alan ve kontrollüydü ki bu huyunu çok seviyordum onun ama şimdi buna o kadar tezat davranıyordu ki şaşkınlıkla bakakaldım. 

“Justin neler oluyor?” Gözlerim Dean ve Justin arasında dolanıyordu. 

“Kate’e evlenme teklif edeceğim. Bu hafta sonu oraya gideceğim ve evlenme teklif edeceğim.” 

Justin’in sözlerine daha da şaşırdım. Ne zaman bu kadar ilerlemişti bunların ilişkisi bilmiyordum ama bir yandan da Kate’i tanıyordum ve Justin gibi mükemmel birini hak ediyordu ve her şeyden önemlisi mutluluğu da hak ediyordu. 

“Ashley, şuna bir şey söyle. Henüz çok erken! Üstelik ilk davasını aldı ve başarabileceği bir dava, kariyerinin başında ve başarılı olacağı da belli. Evlenerek kendini engellemesinin anlamı yok!” 

Dean’ın açıklamasından sonra Dean’e tek kaşımı kaldırarak baktığımda bana sanki seni kastetmiyorum dermişçesine bakıyordu. Hafifçe gülümsedim önemsemediğimi göstermek adına. Justin’e baktığımda ise kollarını göğsünde birleştirmiş Dean’e bakıyordu. 

“Siz, Bay Dean Carry o yüzden mi sevgilinizle aynı evde yaşıyorsunuz ama evlenme teklif etmiyorsunuz?” 

“Justin!” Diyerek araya girme gereksinimi hissettim, ileriye gidip de birbirlerini kırıcı sözler söylemelerini istemiyordum. Dean’de ayağa kalmış tek kaşını kaldırmış Justin’e bakıyordu. 

Justin yaptığını fark ederek, “Özür dilerim, ileri gittim,” diye mırıldandı. 

“Öncelikle Dean, bu Justin’in hayatı buna karışamayız ve eminim ki bu kararı iyice düşünerek vermiştir. Ayrıca Kate’i tanıyorum gerçekten iyi bir kız ve belki Justin’in daha iyi olması için teşvik bile edecektir. Ve Justin... Bu kararından eminsen bence Kate kesinlikle doğru bir karar ama dikkatli ol ve onu kırma zaten yeterince zor bir hayat geçirmiş…” 

Sözlerimden sonra bir süre sessizlik sağlandı ve ardından da her şey sanki eski haline dönmüş gibi eski konulara devam edildi ve o konu açılmadı. 

Dean, Care davasındaki gelişmelerden bahsetti. Kid Care daha en başlardan beri uyuşturucu ve silah kaçakçılığı içindeymiş ve bu işin başlarından bol basamaklı miktarda para kaçırdığından dolayı onun peşindelermiş ve hapishanedeyken de bu konuda konuşmayınca onu öldürerek kendilerine bulaşılmayacağını göstermeye çalışmışlar. Bu kadar bilgiyi öğrenmesinde en büyük yardımı Kid Care’in oğlu Brad Care yapmış. İşte beni asıl şaşırtan nokta da buydu. Adam başından beri davayı tekrar gündeme getirdiğimizde bize tehditler yağdırmıştı, ama şimdi yardımcı oluyordu. Sanırım insan canının acısından her şeyi yapabiliyordu. 

“Peki ya tehditler kimlerden geliyormuş?” 

Öğrendiğim bunca bilgiden sonra ki Dean daha fazla detay vermeden anlatmıştı bana bunları, en azından tehdit edenlerin kim olduğunu bilmeye hakkım olduğunu düşünüyordum. 

“Aslında tehditlerin ve seni öldürmesi için tutulan adamın izini sürdüğümüzde aynı kişiye ulaşıyoruz. O da zaten şuanda yurt dışına kaçmış. Aranıyor! Ama sana ateş eden adam tutuklandı. Hatta ben bu davayı iyice derinlemesine inceleyince adam bana geldi ve her şeyi anlattı karşılığında da suçunun hafifletilmesini istedi. Gerçi bunun için yapabileceğim bir şey yok ama suçunu itiraf ettiği için muhtemelen azaltılır suçu ama…” diye Dean devam ederken sözünü kestim. 

“Bundan niye haberim yok?” 

“Çünkü olaylar daha bu sabah oldu. Yani yeni olay… Zaten seni de arayacaktım, haberi ben verecektim. Senin de adamı teşhis etmen gerekiyor,” diyerek durumu açıkladı Justin, Dean’ın yerine. 

“Teşhis edebilir miyim bilmiyorum…” diye mırıldandım.

Konuşmaya birkaç saat daha devam ettik ve davanın merak ettiğim ve sorduğum kısımları ile ilgili bilgileri bana anlatmaya devam ettiler. Daha sonra yarın sabah emniyete gitmek için anlaşarak yanlarından ayrıldım. Arabaya binerek direk eve gittim. 

Eve geldiğimde bir kez daha evin boşluğu içimi kararttı. Yalnızlığın bu kadar karanlık ve soğuk olduğunu sanırım yeni keşfediyordum. İç çekerek içeriye girdim ve lambaları yakarak evin aydınlanmasına izin verdim. Zaten artık geceleri bile evde birkaç yerde lambayı yanık bırakır hale gelmiştim. Aslında bunlar korku belirtileri değildi, yanımda olmasını istediğim adamı ne kadar özlediğimi hissettiriyordu bana. Varlığının evimi nasıl doldurduğunu, içimi ısıttığını hatırlattırıyordu. 

Daha fazla düşünerek kendime acı çektirmek istemedim ve odama giderek üzerimdekileri çıkarıp yatağımın kenarına koydum ve rahat bir şeyler giyerek mutfağa indim. Hafif bir şeyler atıştırdım. Aslında artık düzgün beslenemiyordum, itiraf etmek gerekirse içimden yemek yemek bile gelmiyordu. 

Bir kez daha iç çektim. Ne kadar çok iç çeker olmuştum böyle. Sanki düşüncelerimi uzaklaştırmak istercesine gözlerimi kapattım ve başımı salladım. Kendime bir fincan kahve yaptım ve odama çıkıp hafta sonu Paris’te geçireceğim günler için eşyalarımı hazırlamaya başladım. Kokteyl içinde kıyafet koydum. İki tane… Hangisi o anki ruh halime uyarsa onu giyecektim. Ardından da günün yorgunluğu ile kahvemi yarım bıraktım ve duş alıp yattım. 

Sabah gözlerimi yorgunlukla açtım. Artık geceleri deliksiz uyumama rağmen dinlenmiş hissetmiyordum. Beynim o kadar düşüncelerle yoğunlaşıyordu ki sanki gece uykum sırasında bile tam mesai yapıyor gibiydiler. 

Yatakta gerinerek kalktım ve üzerimi giyindim. Gözaltlarımda yorgunluktan oluşan morlukları makyajla kapattım ve saçlarımı toplayıp ve çantamı alıp evden çıktım. 

Dean’ın ofisine gittim ve onlarda beni bekliyorlardı. Küçük bir günaydın sohbetinden sonra beraber ofisten çıkarak emniyete gittik. Aslında garip bir korku vardı içimde. Kendimi savunması hissetmeme nede oluyordu bu korku ve her ne kadar Dean, Justin ve bir emniyet dolusu polis olacak olsa da yanımda garip bir şekilde Brandon’a ihtiyaç duyuyordum. 

“Tanrım! Seni o kadar özledim ki… “ diye fısıldadım arabadaki yalnızlığıma…

Emniyetin önüne gelince arabayı park ettim ev arabadan indim. Dean ve Justin ile beraber yürürken her an geri dönüp vazgeçecekmiş gibi hissediyordum. 

İçeriye girdiğimizde adamın hala sorguda olduğunu söylediler ve bizi de sorguyu izlemeye aldılar. Herhalde bunun en büyük sebebi bu dava ile Dean’ın ilgileniyor olması ve davada adı geçen avukatlar olmamızdı. 

Sorguyu izlemek için kapalı gizli odaya girdiğimizde adamı gördüm. Bana pek bir şey çağrıştırmıyordu. Zaten adamı görmemiştim tam anlamıyla hatırlayayım. Ama sorulardan birine cevap verince… Ses tonundan o olduğunu fark ettim ve istemsiz geri adım attım. Bunu Dean de Justin de fark etmişlerdi. 

“Sanırım o değil mi Ashley?” 

Soruyu soran Justin’di. Başımı çevirip ona baktığımda yanıma geldi ve elini koluma koyup hafifçe sıktı. Sanırım bakışlarımdaki korkuyu fark etmişti. Üstelik korkmamda doğaldı. İnsan her ne kadar üzerinde uzun zaman geçmiş olsa da bu tarz şeyleri çok sık yaşamıyordu değil mi? Alışmak mümkün değil unutmak ise imkansızdı. 

“Evet o!” 

Dudaklarımdan başka bir şey çıkması zaten… Emniyet müdürü bizi oradan çıkarıp odasına götürdü ve sıcak bir şeyler içip bu konu üzerinde konuştuk. Hatta tekrardan ifade verip imzaladım. Bir saat kadar daha kalıp, oradan çıktım. Dean ve Justin dava konusunda ve arananlar konusunda konuşmaları gerekenler olduğunu söyleyip kaldılar. 

Emniyetten çıkınca havanın soğukluğuna aldırmayıp bir süre dışarıda kaldım ve derin nefesler alarak hem sakinleşmek hem de kendime gelmek istedim. Hatta o anın duygusuyla telefonumu elime alıp Brandon’ın numarasını çevirdim ezberimden… Ama son anda vaz geçtim… 

Tanrım! Onsuzluğa gerçekten dayanamıyordum… Onu istiyordum hem de deli gibi… 

Farkında olmadan yanağımdan akan yaşları sildim ve arabaya binerek holdinge gittim. İşlerim beni düşüncelerimden ve duygularımdan uzaklaştıran tek şeydi. Ki öyle de oldu. İşe gelip dosyalara yoğunlaşınca her şeyi unuttum akşama kadar. Ta ki Marcus yine odamın kapısını çalmadan içeriye girene kadar… 

“Şu kapıyı çalınması için koyuyorlar… Aksi takdirde koymanın nasıl bir esprisi olabilir ki?” diye çıkıştım masamda arkama yaslanıp isyankâr bir şekilde bakarken. 

“Ben hariç herkes için o dediğin geçerli, ama ben yabancı değilim Ashley. Her neyse, ben sabah emniyete gittiğini duydum, sadece iyi misin diye bakmaya geldim.” Beni incelercesine bakarken koltuklardan birine oturdu. Aslında bu adama bazen bu çıkışlarım olduğu için utanıyordum. 

“Evet, iyiyim. Sadece beni öldürmeye teşebbüs eden adam suçunu itiraf etmiş ve benden de teşhis etmem istendi o kadar…” 

“O mu peki?” diye mırıldandı direk gözlerimin içine bakarak. Cevap veremedim başımı salladım. Anlayışlı gözlerle ayağa kalkıp yanıma geldi ve elini omzuma koydu. Sadece bu davranışına gülümsedim. 

“Beni hassas noktamdan vurmaya kalkma Marcus…” diye mırıldandım omzumdaki elini ittirip. 

“Hiç usanmayacaksın değil mi benimle savaşmaktan…” 

“Hayır!” 

Benim küçük isyanıma karşılık kahkaha atarak kapıya yöneldi. Aslında gerçekten bana karşı yaptığı hiçbir şey yoktu, ama yine de içimde ona karşı olan kırgınlıklarım geçmiyordu. Evet, yanında çalışıyordum. Evet, her gün onu çekmek zorundaydım. Evet, bazen gerçekten çok düşünceli ve tatlı davranıp yanımda oluyordu. Ama bunlar yetmiyordu ona karşı olan kızgınlığımı ve kırgınlığımı yok etmeye… 

“Bu arada biletlerimiz bu akşam saat dokuzda… Ona göre havaalanında ol!” 

“Yine son sözünü emir verir gibi söyledin!” 

Sinirle önümdeki dosyalarla ilgilenmeye başladım. Bu adamın bu emri vaki davranışları beni çıldırtıyordu! 

Akşam iş çıkışında direk eve gittim. Gün nasıl geçti anlamamıştım bile. Bütün gün yoğun bir tempoyla çalış ardından da uçak yolculuğu yap… İç çekerek hazırladığım eşyaları gözden geçirdim. Hiç kuaförle uğraşamazdım orada ki zaten Fransızca’da bilmiyordum. Bunun için kendi fön makinemi ve fırçalarımı yanıma aldım. Saat yedi gibi de evden çıktım ve havaalanına gittim. 

Marcus beni havaalanında bekliyordu. Pasaportumu çantamdan çıkardım ve Marcus’da benim biletimi verdi. Vize işlemlerini Marcus halletmişti bunun için pek problem olmayacaktı. Eşyalarımızı bagaja verdik ve bilet kontrolünden geçerek uçağa bindik. Yerlerimize yerleştikten sonra uçağın kalkmasını bekledik.

Uçak yolculuğumuz boyunca Marcus ile pek muhabbetimiz olmadı. Ben aldığım kitaplardan birini okurken o dergi sayfaları karıştırdı. Uçak indiğinde de beraber taksiye bindik ve rezervasyon yapılan otele gittik. Marcus ile odalarımız yan yanaydı. Ben odama girdiğimde oda kendi odasına gitti. 

Oda baya büyük ve lüks görünüyordu. Ama şaşırmadım. Marcus parasını kendi rahatı için düşünmeden harcardı. Zaten lüksü seven bir karakteri vardı ve bu doğrultuda deli gibi para harcamaktan da çekinmezdi. 

Odada her şey vardı. Büyük çift kişilik bir yatak, büyük plazma televizyon, koltuk takımı ve onun yanı sıra çalışma masası, büyük gösterişli bir dolap ve tuvalet aynası, odanın kendine özel balkonu ve büyük bir banyosu. Üstelik banyosunda jakuzisi bile vardı. Büyük bir mutlulukla çantamı açtım ve içinden elbiselerimi çıkardım ve dolaba yerleştirdim. Ardından da üzerimi değiştirip kendimi yatağa attım. Rahat bir yatakta rahat bir uyku uyuyabilmek için… 

Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu ve kapı tıklanıyordu. Yatakta gerinip kalktım ve kapıya gidip açtığımda oda servisi olduğunu gördüm. Servisi içeriye alıp teşekkür ettikten sonra televizyonda hafif bir sesle müzik açtım ve kahvaltımı yaptım. Bu sırada kapım çaltı tekrardan. Elimde çayım ile kapıyı açtığımda Marcus’u gördüm. Gülerek içeriye girdi. 

“Günaydın! Aslında teknik olarak günaydın demek yanlış çünkü neredeyse öğlen oldu. Ama sadece bugünlük seni yalnız bırakacağımı söylemek için geldim. Rahatsın yani. İstediğini yap ama kokteyl bu akşam saat sekizde başlayacak. Seni yedide alırım. Beraber gideceğiz. Sana afiyet olsun, sonra görüşürüz!

Sözlerini bitirip arkasına bakmadan ve bana bir şey söylemem için fırsat bırakmadan gitti. Umutsuz bir şekilde omuz silktim arkasından ve kahvaltımı yapmaya devam ettim. Oda hizmetlilerinden biri gelip kahvaltı masasını alıp çıktılar bende ardından banyoya gittim ve jakuziyi doldurup biraz keyif yapıp rahatlamaya çalıştım. Birkaç saat sıcak suyun altında kaldım ve daha sonra gevşemiş vücudumla sudan çıktım ve havluyla bedenimi kurulayıp üzerime tekrardan pijamalarımı giyindim. Odama gittiğimde saate baktım ki üçe geliyordu. Dört saatim vardı, ama anca hazırlanacağım göz önünde bulundurarak elbiselerimin ikisini de aynada kendime tutarak bakındım. Sonunda gece mavisi tek omuzlu göğüs kısmından omzuna doğru giden kol kısmının kenarında payetleri olan basenlere kadar hafif bir şekilde oturan ve ardından volanlı bir şekilde aşağıya inen yandan derin yırtmaçlı jarse bir elbise de karar kıldım. 

Elbiseme karar vermenin rahatlığıyla aynanın karşısına geçtim ve fön makinesiyle saçlarımın kıvrımlarını belirginleştirdim ve yandan toplu görünüm verecek şekilde yana tutturdum saçlarımı ve açıkta kalan omzumdan dalgalı bir şekilde saçlarımın görünmesini sağladım. Ardından da makyajımı yaptım. Hafif tonlarda yapıp varla yok arası gibi görünmesini sağladım. En azından yüzüm solgun görünmüyordu. 

Bir saatim kalınca yavaşça üzerimi giyinmeye başladım ve aynada son kez kendime baktığımda hazır olduğuma kanaat getirdim ki bu sırada kapım çaldı. Baktığımda siyah takım içinde Marcus karşımda duruyordu. Baştan aşağıya beni süzdü ardından gülümseyerek kolunu uzattı. Odamdan üzerime paltomu ve odanın anahtarını alıp kapıyı kapattım ve anahtarı çantama koyup paltomu üzerime giyindim. Ardından Marcus’un koluna girip yürümeye başladık. İyi ki siyah şık görünen paltomu giyinip gelmiştim. Yoksa havanın soğuğunda üşüyebilirdim. 

Kokteylin yapıldığı yere geldiğimizde kapıdaki görevliler paltolarımızı aldılar ve içeriye girdik. İçerisi baya kalabalıktı. Çoğu simayı gazetelerden ya da televizyonlardan görmüştüm. Bazılarını ise düğünümden hatırlıyordum. Ama onların bakışlarında garip bir anlam vardı. Aslında bunun nedenini tahmin etmek o kadar zor da değildi. Sonucunda Brandon ile evlendiğime şahit olmuşlardı ama şuanda Marcus Wingod’ın kolundaydım. 

Gece hızla ilerliyordu. Marcus’un yanında yeni insanlarla tanışıyor, işlerden konuşuyordum. Başka muhabbete de katılmıyordum zaten. Aslında çok sıkılmıştım. Derin bir nefes alarak Marcus’un kolundan çıktım. 

Kaşlarını kaldırıp ne olduğunu sorarcasına baktığında, “Ben bir  içki alacağım,” fiyerek yanından ayrıldım ve içkilerin olduğu masaya doğru ilerledim. Kendime oradan bir kadeh şampanya aldım ve bir yudum aldığımda arkamda birinin varlığını hissettim. 

“Her zamanki gibi göz kamaştırıyorsun!” Duyduğum sesle yerimde sıçradım. Bu ses Brandon’ındı. Arkamı dönüp baktığımda benden birkaç adım uzakta durmuş bana bakıyordu. Gözlerinde sanki… Kırgınlık vardı… 

“Brandon?” diye fısıldadım. Tam ona doğru bir adım atacaktım ki sözleri beni olduğum yere çiviledi sanki.

“Merhaba Bayan Veldone!” Ses tonundaki bir şey beni rahatsız edince kaşlarımı kaldırıp baktım. “Ah, yoksa artık benim soyadımı kullanmıyor musuz? Sizi alıştırmak adına Bana Wingod mı demeliyim? Her ne kadar henüz boşanma davası açmamış olsanız da boşanınca yeni adınız bu olacak sanırım. Hazırlamış olursunuz kendinizi…” Gözlerindeki hüzün kalbimi acıttı, artık parlamıyordu seven bir adım ifadesi yoktu bakışlarında.  

“Merhaba Bay Veldone… İzninizle…” diyerek yanından ayrıldım. Söylediği o sözler karşısında ne demem gerekiyordu bilmiyordum. Aslında konuşmasa o sözleri sarf etmese kollarına atılabilir, ona duyduğum bütün özlem ve hasretle öpebilirdim. Ama o sözlerden sonra… Kalbim iyice kırılmıştı. Kabuk bağlamayı, iyileşmeyi ret edecen kalbimdeki yara iyice açılmış, tuz basılmış gibi acıyordu. Gözlerim dolarak kendi kendime artık Brandon yok dedim… Her ne kadar buna inanmak istemesem de… 

Marcus’un yanına gittim. Onların sohbetlerine dahil oldum ama aklım hala Brandon’daydı. Biran için delice bir şey yaptım ve içerideki kalabalıkta gözlerimle onu aradım… Ama Brandon yanında bir bayanla salondan ayrılıyordu. Derin nefesler alarak sohbet ortamındaki kişilerden izin istedim ve salonun balkonuna gittim. Bir elimde kadeh vardı diğerini tırabzana dayadım ve aşağıya baktığımda Brandon taksinin kapısını açmış kadını bekliyordu. Kadın bindikten sonra kendi de bindi ve buradan gittiler… O an gözümden bir damla yaş süzüldü. Sinirle elimin tersi ile sildim. 

“Kötü bir karşılaşma yaşadınız sanırım… Gazetede çıkan haberlerdendir. Sen önemsemedin ama sanırım eşin bunu ciddiye almış… Aynı otelde kaldığımızı duydum neden gidip her şeyi açıklamıyorsun?” 

Arkamı dönüğümde Marcus gülümseyerek bana bakıyordu. Elini uzatıp elimden kadehi aldı ve balkondan kenara çekilerek gitmem için yol açtı. Gülümsemem karşısında başını salladı ve hızla yanından geçerek salondan çıkışa yöneldim… 



(BRANDON)

Arabaya binmiş olmamıza rağmen Ashley’nin onunla salondan içeriye girişi, yüzünde hafif tebessüm gözümün önünden gitmiyordu. Haberlere inanmamıştım, beni sevdiğine ve bu kısa süreli olduğuna inandığım ayrılığın onun beni özlemesine sebep olacağına ve acılarımızı unutup tekrar beraber olacağımıza inanmıştım. Nasıl bu kadar aptal olabilmiştim bilmiyorum. En çok acı çektiği zamanlarda ben değil o adam vardı yanında… Lanet olası Bay Wingod! 

İç çekerek elimi saçlarımın arasına geçirdim. Taksiyle otele dönüyorduk belki ama aklım hala orada gördüğüm görüntüdeydi. Ashley, Marcus Wingod’ın yanında eli kolunda insanlar arasında… Gülümsüyor… Benim yapamadığım ne yapmıştı o adam da Ashley’i gülümsetebilmişti bunca yaşanan acıdan sonra… Ashley, sevgilim… Artık benim miydi? Bundan bile emin değildim. 

“Bay Veldone iyi misiniz?” Holdingin üretim müdürü Bayan Kemseng’in sesiyle başımı ona çevirdim. 

Hafiften tebessüm ederek başımı salladım. Konuşmak istemiyordum şuanda. Ki kadın anlayışlı çıktı, oda bana karşılık gülümsedi ve başını çevirdi. 

Tanrım! Ashley’yı unutmak o kadar zordu ki… Özellikle onu deli gibi özlemişken… Derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım. Sanki Ashley’nın özlem dolu bakışlarla baktığını görür gibi olunca gözlerimi açtım birden. Nasıl böyle bir hayale kapılacak kadar çaresiz olabilmiştim? Ya da Ashley gerçekten öyle mi bakmıştı? 

Otele gelene kadar düşüncelerimle boğuluyordum neredeyse ama taksi otelin önünde durunca bende düşüncelerimi geride bıraktım. Taksinin ücretini ödedim ve Bayan Kemseng ile taksiden indim. 

“Bay Veldone, eğer sizi rahatsız etmeyeceksem şu üretimle ilgili dosyaları alabilir miyim? Bay Rosewood dosyaların sizde olduğunu söylemişti.” Bayan Kemseng’in konuşması üzerine gülümsedim. Gerçekten içten bir gülümseme ile… Sonucunda söz konusu iş olduğunda sanki bütün düşüncelerimin önünde bir perde çekmeyi başarmış gibiydim. 

“Tabi ki, odamda gelin.” 

Bayan Kemseng ile odama çıktım. Dosyaları benim dosyalarımın arasında bulmam biraz uzun sürdü ama sonunda bulunca kadına verdim. İncelercesine dosyalara göz gezdirdi.

“Eğer bazı yerlerde bir sorun görürsem sizi rahatsız etmemede bir sakınca var mı Bay Veldone?” 

Bu kadının aşırı nezaket ölçülerinde konuşması beni de aynı şekilde konuşmaya itiyordu ve alışık olmadığımdan da gerçekten çok zor oluyordu. 

“Hayır, bir sakıncası yok. İstediğiniz saatte sorabilirsiniz.”

Sözlerimden sonra gülümsedi ve dosyaları kapatıp odanın kapısına doğru ilerledi. Ondan önce davranıp kapıyı açtım ve Bayan Kemseng kapıdan çıkarken bende kapının önünde onun gitmesini bekledim. Arkasını dönüp ilerlerken peşinden baktığımda Ashley’yı gördüm. Dudakları aralanmış, gözleri dolmuş gibiydi. Yavaş adımlarla ilerliyordu. Bir süre gözlerime baktıktan sonra başını önüne eğdi ve çantasından anahtarını çıkıp kapıya, tam karşı odamın kapısına hamle yaptı. 

Ona doğru hamle yapacaktım, bir şeyler söyleyecektim ama vazgeçip odama girdim kapıyı kapattım. Üzerimden ceketimi ve kravatımı çıkarırken Ashley’nin bakışları geldi birden gözümün önüne. Derin bir nefes aldım. Bu son dedim kendi kendime bu son… Eğer bu adımıma da yanıt vermezse gerçekten her şey bitmiştir. 

Ceketimle kravatı yatağın üzerine bıraktım ve kapıya doğru ilerledim. Tam kapıyı açacaktım ki durdum ve gözlerimi kapattım. 

“Tanrım! Lütfen son bir şansı hak ediyoruz,” diye mırıldandım

Kapıyı açtığımda Ashley’yi gördüm. Sırtı bana dönüktü, başını kapıya yaslamıştı ve sanki ağlıyor gibiydi. Hıçkırık sesleri geliyordu. 

“Lanet olsun açılsana!” diye sesli bir şekilde konuştuğunda kapının kilidine baktım. O zaman ellerinin titrediğini gördüm. Ellerinin titremesi nedeniyle de kapıyı açamıyordu. Gülümsedim gerçekten bir şansımız vardı. 

Kapının arkasından odamın anahtarını alıp cebime koydum ve kapıyı kapatıp Ashley’ye doğru ilerledim. Bir elimi arkasından beline doladığımda irkildiğini hissettim, diğer elimle de titreyen elinden anahtarı aldım ve kapının kilidini açtım. Kapı açıldığında anahtarı çıkardım ve kapının ardına kadar açılıp arkadan duvara çarpma sesini duydum. Boşta kalan elimi de Ashley’nın beline sardım ve ona daha sıkı sarılarak kendime doğru çektim. Kendini bana bırakmıştı sanki, sırtı göğsüme yaslanırken başını geriye doğru attı ve omzuma yasladı. Ellerini ellerimin önüne koydu ve parmaklarını parmaklarımın arasına soktuğunda başımı çeviri şakağından öptüm ve başımı başına yasladım. İşte o zaman gerçekten bir şansımız olduğuna inandım. Ashley’nin gerçekten hala beni sevdiğine, o haberlerin tamamen yalan olduğuna… Tekrardan biz olduğumuza… Aslında hep biz olduğumuza… 

Ashley kollarımda kıpırdanınca kollarımı biraz gevşettim. Bana döndü ve yaşlar yanaklarını ıslatmış kirpikleri hala ıslak bir şekilde bana baktı. Gözlerime bakmıyordu, ama yüzümü incelercesine bakıyordu. Kollarını göğsüme koydu ardından omuzlarıma doğru çıkardı ve bir kolunu boynuma dolarken bir elini enseme götürdü ve beni kendine doğru çekerken kendisi de parmak ucunda yükselerek dudakları dudaklarımı buldu. Öpmedi, ama dudaklarını dudaklarıma sürtmeye başladı. Kolumu belinde sıkarak kendime çektim ve uzun bir süre sonra ilk defa onun tadına doyamadığım dudaklarından öptüm. Öpüşümüz ateşli ve tutku dolu değildi. Özlem doluydu, belki biraz da kırgınlık… Ama hasret giderirmişçesine sert öpüşüyorduk. 

Nefes nefese dudaklarını ayırdığımızda kollarını boynumdan çekti ve belime dolayarak başını omzuma koydu. Onun özlediğim kokusunu içime çektim. 

“Tanrım! Seni çok özledim…” diye mırıldandım.

Ashley başını kaldırıp bana baktı. Gülümsedi, gülümsediğinde gözlerinin parladığını gördüm. Kollarımın arasından çıkıp elimi tuttu ve kapısı açık olan odanın içine doğru beni çekti. İtiraz edemedim gerçi etmezdim ya… 

İçeri girdiğimizde Ashley elimi bırakıp benden biraz uzaklaştı ve ilk defa gözlerimin içine baktı. O zaman onu bir şeyin rahatsız ettiğini fark ettim. Dudaklarını ısırıyordu ve sanki bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi ya da bir soru soracakmış da cevabından korkuyor gibi… 

Ashley bakışlarını kaçırdı ve arkasını dönerek birkaç adım attı. Derin nefes aldı ardından iç çekti sonra omuzlarını dikleştirip üzerindeki paltosunu çıkarıp koltuğun üzerine koydu. Ellerimi cebime soktum ve onu izlemeye başladım. 

“O kadın…” dedi bana dönerken. Sorusunu anlamıştım. Devamında kim olduğunu soracaktı ama yapamamıştı. Devamını getirememişti. Bakışlarımız kesiştiğinde gözlerinin dolduğunu fark ettim.

“Bayan Kemseng, holdingin üretim müdürü. Biz aslında buraya iş için gelecektik. Kokteyl ise tamamen denk geldi.” Açıklamam bittiğinde duyduklarından memnun olmuş gibi dudakları hafifçe kıvrıldı. Ellerini yüzüne götürüp yanaklarını kuruladı. Hafifçe burnunu çekti. Sonra gülümseyerek bana baktı ama sonra bir şey aklına gelmiş gibi gülümsemesi soldu.

“Senin odanda?” diye cümlesini tamamlamadan sordu sorusunu. Gülümsedim ve ona doğru birkaç adım atarak aramızdaki uzaklığı biraz azalttım.

“Pazartesi günü bir toplantımız var ve onun dosyalarını almak için odama gelmişti. Dosyaları aldı ve gitti.” 

Sözlerimin üzerine başını sallayarak ellerini arkasında birleştirdi. Başını öne eğdi. Ağladığından şüphem yoktu. Göğüs hareketleri bunu gösteriyordu. Daha fazla bu mesafeye dayanamadım ve birkaç adım daha atarak Ashley’nin yanına gittim. Tam önünde durdum, ellerimi cebimden çıkarıp sarılana kadar Ashley kollarını belime dolayıp bana sarıldı. Gülümseyerek saçlarına değdirdim dudaklarımı. Kollarımla onu sarıp iyice kendime yasladım. 

“Bu geceyi eskisi gibi geçirebilir miyiz?” 

Ashley’nin sesi kısık çıkmıştı, sanki güvensiz gibiydi. Kollarımı etrafından çekip ondan bir adım uzaklaştım ve parmağımı çenesinin altına koyup başını kaldırdım. Gözlerindeki parıltılar her şeye değerdi. 

“Eğer istersen bundan sonra her şeyi eski haline döndürebiliriz…” 

Herhangi bir şey söylemesine izin vermeden dudaklarından öptüm. Bana karşılık verirken daha da yanaştı ve kolları boynuma dolandığında bende onu iyice kendime çektim. Onun hareketlerinden aldığım cesaretle daha da ileri giderek önce saçlarını açtım. Saçları beline döküldüğünde parmaklarımı arasına daldırdım. Bunu özlemiştim. Yumuşacık, ipek gibi olan saçlarının parmaklarımın arasından kaymasını ve iç gıdıklayıcı duyguları hissettirmesini özlemişim.

“Seni çok özledim…” diye mırıldandım dudaklarımızı ayırıp alnımı Ashley’nin alnına dayarken. Gözlerim hala kapalıydı. Açmamıştım. Bir rüya gibiydi şu dakikalar ve sanki gözlerimi açınca her şey bitecekti.

“Ben de seni özledim. Deli gibi…” İşte o an gözlerimi açtığımda Ashley’nin da bakışlarında saf özlemi gördüm. 

Bakışlarından ve sözlerinden aldığım cesaret duyduğum özlemle birleşince düşüncelerimin bir önemli kalmadı. O an sadece duygularımla ve işimde kaynayan aşkımla hareket ettim. 

Ashley’nin elbisesinin fermuarını açıp üzerinden çıkardım. Hiçbir şekilde itiraz etmedi sadece yüzündeki hafif bir tebessümle bana baktı. Elbisesini çıkardığımda karşımda iç çamaşırlarıyla kaldı. Bir adım uzaklaşıp gülümsedim ve kendi üzerimdekileri çıkardım. Ashley’den gözlerimi ayırmıyor vereceği tepkileri izliyordum, ama verdiği tek tepki yanaklarında oluşan hafif kızarıklıklar oldu. Pantolonumu da çıkardıktan sonra Ashley’nın yanına yanaştım ve yüzünü ellerimin arasına aldım. 

“Senin bu şekilde utanmanı bile özlemişim sevgilim…” dedim gülümseyerek. Sözlerime gülerek gözlerime baktı.

“Sevgilim demeni özlemişim…” 

Dudaklarına doğru eğilirken mırıldandım. “Sevgilim…”

Öpüşüme hemen karşılık verdi.  Belinden sarılarak kendime doğru çektim. Çıplak tenini tenimde hissetmek beni daha da heyecanlandırmıştı. Ellerini göğsümde dolaştırırken bende onu geri geri iterek yatağa doğru ilerledim. Ashley’yi yatağa yatırıp ayrı geçirdiğimiz her anın özlemini gidermeye başladık. Dudaklarımı boynuna doğru götürüp öptüğümde Ashley’nın hızlanan nefesini kulağımda hissetmeye başladım. 

“Brandon, boşanma davası…” derken Ashley’nin sözünü kestim. 

“Şuanda hiçbir şey konuşmayalım. Sadece istediğimiz şeyi yapalım… Sonra… Belki sonra konuşuruz olur mu?” diyerek fısıldadım kulağına doğru. Kulağında nefesimi hissedince irkildi. Gülümseyerek boynuna öpücük kondurdum.

“Peki…” 

İtirazsız kabulü karşısında her ne kadar şaşırmış olsam da bir şey demedim. Ashley’nin da benim onu istediğim gibi beni istediğinden emin olmuştum, benim onu özlediğim gibi özlediğinden, her şeyden önemlisi hala benim onu deliler gibi sevmemin karşılığında aynı şekilde sevildiğimden emin olmuştum. 


***


Ashley bana sırtını dönmüştü bende arkasından sarılmıştım. Bir kolum boynunun altındaydı ve Ashley’de bir eliyle elimi tutmuştu, diğer kolumla da belinden sarılmıştım Ashley’de boşta olan elinin parmaklarını elimin üzerinden dolaştırıyordu. Dudaklarımı çıplak olan omzuna dokundurup öptüm. Karşılığında ise bir içe çekme duydum. 

Ashley’e biraz daha yanaştım ve onun çıplak sırtını göğsümde hissettim. Vücudunun sıcaklığını kendi tenimde hissediyordum ve bu benim için paha biçilemez bir duyguydu. Başımı eğip saçlarının arasına gömdüm ve kokusunu içime çektim. Tekrar… Tekrar… 

Ashley yerinde kıpırdanınca başımı kaldırdım ve biraz geride yastığa koydum. Kollarımda biraz yana dönerek bana baktı. Gözleri tatmin olmuşlukla kapanmak üzere gibiydi, ama dudaklarında o sevdiğim tebessüm vardı. Yüzünü küçük bir kız çocuğu gibi gösteren tebessümü… 

“Şimdi konuşalım mı?” diye mırıldandı iç çekerek. Gülümsedim bu haline, neredeyse uykuya dalmak üzereydi ama konuşmak istiyordu. Başımı kaldırıp dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım.

“Bence biraz uyu… Gözlerinle savaşmayı bırak. Uyandığında burada olacağım söz veriyorum… Ama eğer gitmemi istersen…” dediğimde devamını getiremedim. İster miydi bilmiyordum. Ama istememesini diliyordum. Çünkü nasıl gideceğimi bilmiyordum. Bir kez daha nasıl giderdim… 

“Gitme… Lütfen!” İşte bu sözlerden sonra hiçbir güç gitmemi sağlayamazdı. 

Ashley gözlerini kapatarak bana doğru döndü ve başını göğsüme yaslayıp iyice kucağıma doğru kıvrıldı. Sanki çıplak vücudunu benim vücudumla saklamaya çalışır gibiydi. Buna itiraz edemezdim. Kollarımla iyice sardım Ashley’yi. Ama sanki bir şey onu rahatsız etmiş gibi kıpırdandı ve gözlerini açarak başını kaldırdı dudaklarını dudaklarıma dokundurup öptü. Ardından gülümseyerek iç çekti ve tekrar başını göğsüme yasladı. Gülümseyerek başımı saçlarının arasına gömdüm. 


***


Saçlarımda bir el hissettiğimde gözlerimi araladım. Ashley uyanmış, gülümseyerek bana bakıyordu. Elini kaldırmadan saçlarımdan yüzüme indirdi ve ardından da parmakları dudaklarımı buldu. Dudaklarındaki gülümseme biraz daha büyüdü ve parmaklarını dudaklarımdan çekip omzuma indirdi. Bir kolu üzerinde bir kalkarak dudaklarını dudaklarıma dokundurdu. Kendini geri çekip yastığa bıraktı.  Bu anlarımızı bile o kadar özlemiştim ki… Sadece şuan durup dokunmasam bile Ashley’nin bana gülümsediğini bıkmadan, usanmadan izleyebilirdim… 

Elimi kaldırıp omuzlarına yayılan saçlarını geriye attığımda gülümsedi. Elimi omzundan alıp parmaklarımın arasına parmaklarını geçirdi. Bu şekilde elimizi aramızda yastığın önüne koyduk. Bu davranışına gülümsedim. Sanki yeni aşıklar gibiydik ama yeni aşık olamayacak kadar büyük bir aşka sahiptik ve bir o kadar da özlem doluyduk. 

“Bence artık konuşmalıyız…” diye mırıldandı Ashley benim bütün düşüncelerimi benden uzaklaştırırcasına. Derin bir nefes aldım ve yatakta doğruldum, yastığımı dikleştirip elimi Ashley’nin elinden ayırdım, sırtımı yatağın başlığına dayayıp ona baktım. 

“Tamam, konuşalım.” 

Ashley bakışlarını kaçırdı ardından o da yatakta doğruldu. Yorganı göğüslerini kapacak kadar yukarıya çekti ve bana yanaşarak sırtını göğsüme dayadı ve başını da yan çevirip omzuma yasladı. Her ne konuşacaksa artık bu seviyeden sonra ayrılık olamayacağını anlamıştım. Gülümseyerek kolumu beline doladım ve kendime doğru iyice çektim. Ashley’nin kıkırdadığını duyduğumda gülüp alnından öptüm. Artık ondan uzak kalamayacağımı hissediyordum. 

“Ben… Nereden başlamam gerek bilmiyorum,” diye mırıldanırken bende dudaklarımı alnından boynuna doğru indiriyordum. Belindeki elimle de yavaş yavaş onu okşuyordum. Her geçen saniye nefes alışlarını hızlanması hoşuma gitmişti. 

“Brandon! Rahat dur!” diyerek kollarımdan sıyrıldı ve karşıma oturdu. Yorganı koltuk altlarına sıkıştırmış çatık kaşlarla bana bakıyordu. Ellerimi suçlu gibi yukarıya kaldırdım.

“Tamam, uslu duracağım söz veriyorum.” 

Sözlerime kahkahalarla güldü. Sanki dünyanın en güzel sesiydi ve odadaki yankısı ruhumu okşuyordu. 

Ashley bir süre sonra gülmesini kesip kucağında birleştirdiği ellerine baktı. İç çekti ve derin bir nefes aldı. Gerçekten nereden başlaması gerektiğini bilmiyormuş gibiydi. 

“Neden bazı şeyleri unutarak başlamıyoruz?” diye fikir önerdim. Bu gidişte hiç konuşmaya başlamayacaktı ve sanki bu durum onu daha fazla rahatsız ediyor gibiydi. 

“Hayır, bu şekilde olmaz… Hep bir şekilde bir şeyler karşımıza gelecektir… Brandon ikimizde çok büyük hatalar yaptık! Bunları yaşanmamış sayamayız!” Konuşmasına başladığında irkildim. Bu geceyi hiçbir şeyin mahvetmesini istemiyordum. Ashley kollarımdaydı, benimdi, bunu batırmamalıydık.
“Ashley, yapma. Bu gece değil… Neden güzel başlayan bir geceyi berbat edelim ki?” 

“Anlamıyorsun Brandon. Bunları konuşamazsak… Yarınımız hiç olmayacak… Ben böyle olsun istemiyorum…” diyerek başını kaldırdı ve bana baktı. Gözleri buğulanmış hatta yanaklarına birkaç damla yaş da süzülmüştü. Onun bu haline dayanamayarak yanına yanaştım ve Ashley’yi kollarıma aldım. 

“Tamam, nereden başlamamız gerekiyor?”

“Önce beni bırak, sonra konuşalım,” diyerek kıkırdadı ve kollarımda kıpırdanmaya başladı. Bende ondan biraz uzaklaştım ve oturuşu dikleştirdim. 

“İlk ben başlayayım, ama konuşmamız bitene kadar söz kesmek yok anlaştık mı?” diyerek elimi uzattım. İşi biraz dalgaya vurmak işime gelmişti bu şekilde Ashley gülümsüyor ve gülümsediğinde gözleri dolmuyordu. 

“Anlaştık!” Elimi sıktı gülümseyerek. Derin bir nefes aldım. Nereden başlamam gerektiğini biliyordum ama Ashley’nin tepkisini bilmiyordum. Gerçi bu konudan daha ne kadar kaçabilirdim ki… 

“O gece için senden özür dilemeliyim. Hatta daha fazlasını da borçluyum…”

“Sadece açıklamalar ve özürler Brandon… Bu kadar…” diyerek sözümü kesti. 

“Ashley sözümüzü kesmeyecektik,” dediğimde dudaklarını birbirine bastırarak sustu ve başını salladı. 

“Söz bir daha olmayacak.” 

“Alkollü olmamı bahane sunarak arkasına saklanmayacağım. Evet, kabul ediyorum o kadınla otel odasına kadar gitmem bile hataydı. Belki aramızda tam anlamıyla fiziksel bir birleşme olmadı…”

“Brandon, o kadar ayrıntıyı bu yataktayken ve bu pozisyonda kaldıramam…” 

“Ashley, söz kesmek yok! Sus!” diyerek güldüm. Bazen bazı huylar değişmiyordu ve sanırım Ashley’nin da bu huyu değişmeyecekti. Gerçi bu huyunu bile özlemişken değişmesini dilemeyecektim.

“Affedersin!” 

“Aramızda fiziksel bir şeyler olmadı, gerçi duygusallıkta yoktu ya… Her neyse, bir şekilde başkasına dokunmayı düşünerek bile seni aldatma boyutuna yaklaştım. Bunun için özür dilerim. Bir daha söz veriyorum bir daha asla tekrarlanmayacak. Sen New York’a döndüğünden beri tek bir kadına dokunmadım. Gerçi teknik olarak yattığım tek kadınsın… Neyse ben gerçekten çok özür dilerim. Haklıydın beraber yaptığımız her şeyi tek başıma yıkmıştım ve eğer izin verirsen yıktıklarımı aynı şekilde tamir etmek istiyorum…” diyerek sustum ve Ashley’ye baktım. Başını önüne eğmiş ellerine bakıyordu. Bir şey söylemesini bekledim sessizce. O konuşmadan tek kelime konuşmayacaktım! 

“Sanırım benim sıram. Tanrım, sence de bir nevi günah çıkarmaya benzemedi mi bu durum?” 

Kaşlarını kaldırmış masum bir surat ifadesi ile bana bakıyordu. Gülümseyerek yastığımı düzelttim ve kendimi yatağa bıraktım. Ashley’nin bana olan bakışlarını fark edince kollarımı açtım gelmesini umut ederek ve umudum boşa çıkmadı. Gülümseyerek yanıma yanaştı ve başını omzumla boynum arasına yerleştirdi ve kolunu da göğsüme koydu. Bende beline sarıldım ve üşümemek için yorganı üzerimize örttüm. Ashley’nin dudakları bir süre boynumda dolandı ardından derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

“Bende özür dilemek istiyorum. Sadece… En çok birbirimize ihtiyacımız olan zamanlarımızı yalnız geçirmeye mahkûm ettim. Sadece seni değil aynı zamanda kendimi de. Sanırım seni affedememektendi bilmiyorum ya da kadınlık gururum buna izin vermedi. Bunun için özür dilerim. Ve bir diğer konuda… Boşanma…” 

Konuşup da bütün bir cesaretini kullanarak başlığı konuşmasını bölmek istemiyordum. Ne kadar itiraz etmek istediğim yerler olsa da konuşmasında sustum. 

Ashley’de sustu bir süre. Ardından başını kaldırarak bana baktı. Gözleri dolmuştu yine ve yaşlar yanaklarından süzülmeye başlıyordu. Elimi kaldırıp yanaklarını sildim. Sanki gözünden akan yaşlar yüreğime bıçak gibi saplanıyordu. 

1Aslında istediğim şey değildi bu. Sadece o an… Zaten canım acırken bir de kızımızı kaybetmek… Bilmiyorum… Sanırım en mantıklısı gibi gelmişti. Ama en aptalca şeydi. Özür dilerim Brandon. Seni bu şekilde kendimden uzaklaştırmak istememiştim. Özür dilerim. Yokluğunda her an deli gibi özledim seni. Sen evden çıktığında sana gitme diyebilmeyi o kadar çok istedim ki… Beni bırakma demeyi… Özür dilerim…” 

Ashley sözlerini zorla bitirerek ağlamaya başladı. Onun sırt üstü yatmasını sağladım ve yan dönerek kollarıma aldım. Oda yan dönerek bana yanaştı. Ne söylersem söyleyeyim bir faydası olmayacağını biliyordum. Sakinleşene kadar kollarımla sıkıca sardım onu. Bir süre sonra ağlama sesi yerini kesik nefeslere bırakınca biraz geri çekilip Ashley’ye baktığımda bakışlarını bana kaldırdı. O çikolata kahvesi gözler sanki hala ağlayacakmış gibi bakıyordu. Mahcup bir bakışla gülümseyip bakışlarını kaçırınca parmağımı çenesinin altına koydum ve başını kaldırıp dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım. Gülümseyerek iyice bana sokuldu. Dudaklarımı saçlarının arasında gezdirdim. 

“Her şeye yeniden başlayamayız, ama neden kaldığımız yerden devam etmiyoruz?” diye mırıldandım dudaklarım hala saçlarında gezinirken. Ashley kollarımda kıpırdandı ve sırt üstü yatarak bana baktı. Dudaklarında hafif bir tebessüm vardı.

“Sence tekrardan yapabilir miyiz? Beraber olabilir miyiz?” 

“Senden uzak geçirdiğim her an deli gibi seni özlüyorum, nefes alamıyormuşum gibi geliyor. Bence sen yanımda olduktan sonra bir şekilde yürütürüz, yapabiliriz.” 

“Bende seni deli gibi özlüyorum. Ev o kadar boş, yatak o kadar soğuk geliyor ki… Evde canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Yemek yapmayı bile neredeyse unuttum.” 

“Belli oluyor! Zayıflamışsın, gözüm kaçmadı değil. Benimle gel Ashley, buradan direk Washington’a evimize gidelim…” diyerek başımı omzuna koydum ve kolumu da beline doladım. Ashley’de belindeki kolumun üzerine koydu elini. 

“Ama benim bir işim var. Öyle elimi kolumu sallayarak gelemem. Bunu Marcus’a yapamam,” dediğinde kaşlarımı çatarak başımı kaldırdım. İçimdeki kıskançlık resmen beni ele geçirmiş gibiydi. 

“Bu da ayrı bir konu... Ayrıca niye Bay Wingod değil de Marcus? Gazetelerdeki haberler? Bence bunlarında açıklamasını hak ediyorum.” 

“Yarın anlatsam, hem uykum geldi, gecenin bir yarısı olmalı hem de ben seni çok özledim,” diyerek dudaklarıma doğru yaklaştığında elimle omzunu iterek yatağa geri yatırdım. 

“Sevgilim bende seni çok özledim, henüz sana olan hasretimi giderebilmiş değilim ama emin ol bu konuyu da oldukça merak ediyorum. Üstelik yarın değil şimdi dinlemek istiyorum.” 

Ashley iç çekerek ellerini göğsüme koyarak beni geri itti. Ben başımı yastığa koyup sırt üstü yattığımda Ashley’de yastığını dikleştirdi ve yorganı yine göğüslerini kapatacak kadar çekerek sırtını yatağın başına dayayıp oturdu. Bakışlarını bana çevirdi. 

“Marcus, babamın üvey erkek kardeşi. Babamın annesi Marcus’un babası ile evlenmiş o zamanlar babam on yaşına girmek üzereymiş. Aralarında hiçbir zaman çok yakınlık olmamış, ama benimle bir problemi yoktu Marcus’un. Her neyse Goodwinbomb Holdingi babasından kaldı, şimdi de kendi yönetiyor. Eğer bir çocuğu olmazsa bana kalması için vasiyet hazırlamış. Onunla çalışmamı çok uzun zamandır istiyordu, ama babamla hiç arası iyi olmadığı için ailemin cenazesine özellikle çağırmama rağmen gelmedi bu yüzden ona karşı içimde olan kırgınlık yüzünden onunla çalışmayı reddediyordum. Ama işe ihtiyacım olunca da Marcus’un benim durumumu bildiğini bildiğim için de onun yanına gittim. Gazetelerde yazanlar tamamen uydurmaydı.” 

“Gazetelere bende inanmamıştım. Ne olursa olsun bana olan sevgine güveniyordum. Ama bu gece orada onun kolunda gülümseyerek girmen… Tanrım nasıl kıskandığımı tahmin bile edemezsin.” 

“Kıskançlığın yersizmiş değil mi?” 

Gülerek onu kollarından çekerek yatağa yatırdım ve kollarımın arasına alarak dudaklarımın özlediği dudaklarla buluşturdum. Tenim Ashley’nin tenini hissettiğinde şehvet damarlarımda dolaşmaya başladı. Özlediğim kadının, benim olan kadının tekrar kollarımda olmasını verdiği mutlulukla Ashley’ye daha da sarıldım. Dudaklarımızı ayırdığımda ikimizde nefes nefeseydik, ama gözlerimizi birbirimizden ayıramıyorduk. Ashley boynuma doladığı kollarını göğsüme doğru indirdi, bir eli göğsümdeyken diğer elini belime dolayıp kendine doğru bastırdı bedenimi. Kollarımdan destek olarak ağırlığımı Ashley’nin üzerinden çektim. 

“Bana söz ver Ashley!” dedim ses tonumu emredici bir tonda tutmaya çalışarak, ama sesimin şuanda duyduğum arzudan titrediğine emindim.

“Hangi konuda?” diye fısıldadı, nefes alışları hala hızlıydı ve gözleri ateş gibi yanıyordu sanki.

“Seni sevdiğimi asla unutmayacaksın!”

“Eğer sende bu konuda söz verirsen veririm!”

“Söz veriyorum,” dedim fısıldayarak dudaklarımı dudaklarına yaklaştırırken.

“Bende söz veriyorum!” 

Bu geceden sonra bir şekilde tekrardan beraber olacaktık bunu biliyordum. En azından bu beraberliği sadece ben değil Ashley’de istiyordu ve hala karımdı ve beni hala eskisi gibi seviyordu. İşte bu benim bundan sonraki engelleri atlayabilmem için bir umuttu! 


~~~~~~*~~~~~~ 

6 yorum :

  1. Offf çeksin şu Brandon dedim ama çok güzel birleştirdin ve bende kıyamadım. Bari bundan sonra ayrılmalarına izin verme.
    Ellerine, yüreğine, kalemine sağlık. . .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok ayrılıklar bende bir sefere olur o kadar :D teşekkürler yorumun için :)

      Sil
  2. Ay bayıldımmm beee <3
    Ne şehvetli bir barışmaydı buuuu bayıldımm kızımmm :D
    Ayrılık oldu ama sonu güzel oldu.O pariste bişeyler olacağını az buçuk tahmin ettim :D (Daha doğrusu brandon gene gazetede görür gelir sandım ama daha iyisi oldu)
    Ay aman tanrım didimmmmm yenidennn başladılarrrr..Süper ötesi bir bölümdüüü..Sonunda barıştılarrrrrr !! <3 <3
    Ellerine sağlıkk tatlım :))

    YanıtlaSil
  3. Ayyyy harika bi bölümdü yaaa. yüreğime su serpildi valla baristirma tekniği super parise gidileceğini duyduğum an aha dedim brandonda kesin orda olacak boyle bi ask şehri tabiki brandonsuz olmaz merak ediyosan söyleyim Cnm beklentim çok yuksek demiştim yaaa köküne kadar karsiladin harikasin valla oh bee içim rahatladi şu cigerime oturan okuzde kalkti . zaten artik agirlik yapiyodu ;)ya arkadaş ben okumuyorum resmen yasiyorum heee su an içimdeki ferahlamayi bi gorseniz ;) Cnm harika bi bölümdü eline yüreğine saglik. bidaki bölümde görüşmek üzere seviliyorsun bu bil ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ohhh rahatladım beklentinin karşılığına almasından dolayı :) biraz gerilmiştim açıkçası aha ya karşılamazsa ya hayal kırıklığı olursa falan diye memnun oldum beğendiğine teşekkürler yorumun için :) Sende seviliyorsun :*

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın